- Gösterim: 6697
Yaşlanmanın doğal sürecinde cildimizin kalitesinde ve dış görünümünde değişimler yaşanmaktadır. Deri, sağlıklı, genç ve estetik olarak çekici görünümünü kaybetmektedir. Güneş gibi dış faktörler, stres ve metabolik hastalıklar gibi içsel faktörler, cildin bu yaşlanma sürecini hızlandırabilmektedir. Cilt yaşlanması, ince çizgilerden derin kırışıklıklara, anormal lekelere, cilt tonusunun zayıflayarak sarkmasına ve telenjiektazi gibi kılcal damar oluşumlarına neden olmaktadır. Kaza ve yaralanmalar, akne ve çiçek gibi cilt hastalıkları, gebelik gibi hormonal değişimler, kalıcı var olmasını istemediğimiz olumsuz hasarlara neden olabilmektedir. Bu tüm olumsuzlukların düzeltilmesi için yapılan medikal yöntemler, cilt yenileme ve cilt gençleştirme başlığı altında toplanmaktadır. Cilt yenileme ve gençleştirme amaçlı kimyasal peelingler, botulinum toksin, dolgular, yağ transferleri, kök hücre aşıları, PRP, yüz iplik askı yöntemleri ve yüz ile boyun germe gibi cerrahi uygulamalar tercih edilmektedir. Cildin yenilenmesi ve gençleştirilmesi için son lazerlerin kullanımı yaygınlaşmış ve görünüşe göre oldukça etkili olmuştur. Lazerlerin "seçici fototermoliz" temel prensiplerine dayalı bu prosedürler, son yirmi yılda hızla artmıştır. Bu prosedürün temel prensibi, ciltte hemoglobin, pigmentler, protein ve su gibi kromoforlara spesifik dalga boyuna sahip lazer ışığının bu kromoforlar tarafından emilmesi ve ısıya dönüşerek seçici doku hasarı yapmasıdır. Derinin en üst tabakası olan epidermisin ve dermisin üst kısmının lazerin seçici fototermoliz ile uzaklaştırılması, "skin resurfacing" cildin yenilenmesi olarak tanımlanmaktadır. Lazerin fototermoliz etkisi, ciltte kontrollü derinlikte bir inflamasyona ve yangıya neden olmaktadır. İnflamasyonun iyileşmesi sırasında cilt onarılmakta, yeni destek dokular kolajen, elastin ve glikozaminoglikanlar yapılmaktadır. Bu ise "skin remodeling, skin rejuvenation, skin tightening" cildin gençleştirilmesi ve cildin sıkılaştırılması olarak tanımlanmaktadır.
Yaşlanmanın ciltte neden olduğu yapısal ve fonksiyonel değişimler hakkında daha detaylı bilgi için fotoyaşlanma ve yüzde yaşlanma sürecimakaleleri incelenebilir. Doğallığını kabul etmemize rağmen, cildin yaşlanması öz benlik ve sosyal algımızı olumsuz etkilemekte ve uygun bir çözüm aramaya yönlendirmektedir. Güzel, kusursuz, çekici ve genç görünme arzusu kaçınılmazdır. Bu nedenle kozmetik tedaviler ve estetik cerrahi girişimler gerçekleştirilmektedir. Lazer ve ışık sistemleri, temelde ciltte epidermisi çıkararak ve dermisi ısıtarak izleri, lekeleri, damarsal yapıları, çizgileri ve derin kırışıkları tedavi etmek için kullanılmaktadır. Lazer ve ışık sistemleri, cilt yenileme ve gençleştirmede yüksek etkinlikleri, klinik başarıları ve güvenli uygulanma koşulları ile son yıllarda daha fazla tercih edilmeye başlanmıştır. 1980'lerde CO2 lazerler bu amaçla ilk kez kullanılmıştır ve günümüzde cilt yenilemenin altın standardıdır. Zamanla, CO2 lazer ile birlikte diğer lazerler de geliştirilmeye başlanmıştır.
Lazer fotonları cilde ulaştığında etkileşim, fotokimyasal, fototermal ve fotoplazmal reaksiyonlar ile olmaktadır. Fotokimyasal reaksiyonlar, lazer foton enerjisinin ısı etkisi olmadan hücre moleküllerinde kimyasal reaksiyonlara neden olmasıyla gerçekleşir. Fototermal reaksiyonlar, lazer foton enerjisinin hücrede emilerek ısıya dönüşmesi ile gerçekleşir. Fototermal reaksiyonlar, hücrede denatürasyon ve nekroza neden olabilmektedir. Fotoplazmal reaksiyonlar, lazer foton enerjisinin plazma oluşturmak için yeterince yüksek olduğu (10^8 veya 10^9 W/cm) ve yüksek elektrik alanlarında gerçekleşir. Plazmada şok dalgaları doku yırtılmalarına neden olmaktadır.
Lazerin ciltte asıl etkinliği, seçici fototermal hasar oluşturmasıdır. Bu, lazerin hedef bölgede termal hasar oluştururken diğer komşu dokularda zarar vermeden uygulanmasını sağlayan bir tekniktir. Bunun için farklı dalga boylarında lazerler, ciltte oksihemoglobin, melanin, su ve proteinler gibi kromoforları hedefleyecek şekilde kullanılmaktadır. Daha uzun dalga boylarına sahip lazerler, cildin daha derin kısımlarına nüfuz edebilir. Kromoforlar, spesifik dalga boyunda lazer foton enerjisini absorbe ederek ısı etkisi ile bozulurken çevre dokuların korunması gerekmektedir. Bu da çevre dokularda yayılan ısının soğuması için bir sürenin geçmesi ile sağlanır (lazer uygulama pulse süreleri ile).
Cilt yenileme ve gençleştirme amaçlı kullanılan lazer ve ışık sistemleri, uygulama sırasında cilt bütünlüğünde bozulma yapıp yapmamalarına göre ablazyon özelliklerine göre ikiye ayrılmaktadır.
- Ablatif lazerler, cildin üst tabakalarında kontrollü derinlikle soyulma yapan lazerlerdir; erbium ve karbondioksit (CO2) lazerler gibi.
- Ablatif olmayan, nonablatif lazer ve ışık sistemleri, cildin üst tabakalarında soyulma yapmadan dermiste ısı hasarı yapan lazer ve ışık sistemleridir; Alexandrite lazer, PDL, IPL ve Nd:YAG lazer gibi.
Ablatif lazerler
Ablatif lazerler genellikle cilt yenileme ve gençleştirme için kullanılır. Lazer, seçici ısı hasarı ile ciltte istenilen derinlikte epidermisin tamamını ve dermisin bir kısmını buharlaştırıp ortadan kaldırarak kontrollü bir doku ablazyonu sağlamaktadır. Ablatif olmayan uygulamaların aksine daha agresiftir. Ancak ablatif lazerler tedavilerde uygulama seans sayısını azaltır ve daha dramatik bir klinik yanıt sürecine neden olurlar. Bununla birlikte, daha zor bir iyileşme sürecine yol açarlar. Ciltte orta ve ciddi yaşlanma sürecine ait kırışıklıklar ve lekeler (pigmentasyon) sorunlarında cildin yenilenmesi için ablatif lazerler genellikle tercih edilen tedavi yöntemleridir. Ablatif lazer ile cildin yenilenmesi sırasında yüzeysel dermiste ısı artışı ve ısının derin dermise iletilmesi ile kollajen gibi dermis proteinleri denatüre olur, yeni kollajen sentezi uyarılarak cildin sıkılaşması ve gençleşmesi sağlanmaktadır. Dermiste derin dokularda destek dokuların artışı ile daha genç, dolgun ve canlı bir görünüm elde edilmektedir. Bu nedenle ablatif lazerler cildi yenilerken cildi gençleştirmektedir.
Güneşin ultraviyole ışınlarına kronik maruz kalma ile ortaya çıkan foto-yaşlanma ciltte karakteristik ancak karmaşık değişikliklere yol açar. Açık tenli bireyler arasında, hipertrofik ve atrofik foto-yaşlanma olarak adlandırılan klinik görünümünde bir kutupluluk yaratmaktadır. Hipertrofik foto-yaşlanmada klinik olarak derin, kaba kırışıklıklar ve kösele bir doku ile ortaya çıkarken, atrofik foto-yaşlanmada belirgin teleanjiektazi ve artmış keratinosit kanserleri ile minimal kırışık, yarı saydam bir cilt görülmektedir. Atrofik fotoyaşlanma yaygınlığı erkekler arasında en yüksek, hipertrofik fotoyaşlanma yaygınlığı ise kadınlar arasında en yüksektir. Erkekler arasında hipertrofik fotoyaşlanma daha az görülmekte ve kadınlara göre şiddeti daha hafif olmaktadır. Erkeklerin sosyal hayatta daha fazla güneşe maruz kalmaları ve kadınlara göre daha az güneşten koruyucu kullanma alışkanlıkları nedeniyle bu farklılıkların güneşe maruz kalma derecesinin doğrudan bir sonucu olmayacağı düşünülmüştür. Erkekler ve kadınlar arasındaki bu ikiliğin bir olasılığı, erkek yüz derisinde kadınların yüz derisine kıyasla saç kökleri, ter bezleri, yağ bezleri ve kan damarlarının daha yoğun olmasıdır. Erkeklerin ağız çevresinde kıl, yağ bezleri ve ter bezlerinin artmış varlığı, bu alandaki kırışıklıkların kadınlara göre daha az olmasıyla ilişkilendirilmiştir. Deri eklerinin bolluğundaki farklılıklara ek olarak, kadınların menopozun neden olduğu hormonal durumdaki değişiklikler bu yaşlanma klinik farklılıklarından sorumlu olabilir.
Ablatif lazerler, bu özelliklere sahip atrofik ve hipertrofik fotoyaşlanmada farklı enerji parametreleri ile kullanılmaktadır. Özellikle göz ve ağız çevresi gibi diğer cilt yenileme yöntemlerinin çok da başarılı olamadığı alanlarda etkilidir. Ayrıca skar dokularında, özellikle akne, travma ve cerrahi sonrası kötü izlerin tedavisinde kullanılmaktadır. Ablatif lazerler, ayrıca girişimsel cilt problemlerinde cerrahi bıçak gibi de kullanılabilmektedir. Örneğin, rozaya bağlı rinofimada, ksantelazmada, siğillerde ve deri tümörlerinde tercih edilmektedir. Göz kapağı estetik girişimlerinde de kullanılmaktadır.
Ablatif lazerlerde hasta değerlendirilmesi çok iyi yapılmalıdır. Hasta beklentilerinin optimize edilmesi ve hastanın uygulama yöntemi, yan etkiler ve lazer sonrası iyileşme süresi konusunda iyi bilgilendirilmesi gerekmektedir. Çok koyu tenlilerde ablativ lazerler tercih edilmemelidir.
Yüz, boyun, dekolte ve el üstleri en sık uygulama alanları arasındadır. Cilt yenileme ve gençleştirme amacıyla en sık kullanılan ablativ lazerler, karbondioksit (CO2), erbiyum katkılı itriyum alüminyum garnet (Er:YAG) ve erbiyum katkılı itriyum skandiyum galyum garnettir(Er:DYSGG).
Ablatif lazerler sonrasında deri yenilenmesi, deride kıl ve yağ hücreleri gibi deri eklerinde başlamaktadır. Bu nedenle hastanın deri ekleri konusunda problemleri olmamalıdır. Örneğin, skleroderma ve radyoterapi görmüş hastalarda tercih edilmemelidir. Akne tedavisinde kullanılan isotretinoin gibi ilaçların kullanımı üzerinden 1 yıl geçmesi istenmektedir. Yapısal olarak keloidi olan hastalarda dikkatli olunmalıdır.
Uygulama, lokal anestezi, bölgesel anestezi ya da uygun hastalarda genel anestezi altında yapılmaktadır. Uygulama öncesinde koruyucu amaçlı hastalara antiviral, antimikrobiyal ve antifungal tedaviler başlanabilir. Lazer sonrası iyileşme sürecinde etkisi nedeniyle deriye retinoidler, özellikle tretinoinler, kullanılabilir. Lazer sonrası uygulama yerinde ödem ve doku sıvı akıntısı olacaktır; bu nedenle uygulama yerinin uygun bakımı son derece önemlidir. Uygulama sonrası birkaç ay süren kızarıklık-eritem kalabilecektir. Hastanın ablativ lazerler sonrası güneşten korunması istenmektedir.
Ablatif lazerler, ilk kullanılan CO2 lazerleridir. CO2 lazer 10,600 nm dalga boyundadır. Bu lazer uygulandığında deride hedef dokuların su içeriği vardır. 1 ms'den daha kısa atımlarla 5 J/cm² enerjilerde deriye uygulandığında 20-30 mikron derinliklere inebilmektedir. Ancak ortaya çıkan ısının dokuda yaptığı hasar 0.2 ile 1 mm kadar daha derindir.
İlk geliştirilen CO lazerler, devamlı dalga (CW; continuous wave) şeklinde kullanılmış, daha sonra seçici doku hasarı çalışmaları ile aralıklı (pulse; atım şeklinde 250 mikrosaniye ile 1 milisaniye) “Süperpulse” ve “Ultrapulse” karbondioksit lazerler geliştirilmiştir. Böylece hedef dokunun çevresinde oluşabilecek istenmeyen ısı hasarı, devamlı dalgalı (CW) karbondioksit lazerlerden çok daha az olmaktadır. 1996 yılında CO2 lazerler, cilt yenileme ve gençleştirme amacıyla ABD FDA kurumundan onay almıştır. Günümüzde cilt yenileme ve gençleştirmenin “altın standart” özelliğini taşımaya devam etmektedir.
Cilt yenileme işleminde CO2 lazerlerden sonra 2940 nm dalga boyuna sahip Erbium:Yttrium-Aluminum Garnet (Er:YAG) lazer geliştirilmiştir. Er:YAG lazer, ilk olarak 1996 yılında cilt yenileme amacıyla FDA onayı almıştır. Bu lazer, dokulara uygulandığında su tarafından emilmekte ve ısı ortaya çıkmaktadır. Bu dalga boyunda Er:YAG lazerin su absorpsiyon kapasitesi, CO2 lazerden 12-18 kat daha fazladır. Derinin en üst tabakası olan epidermisin %90’ı su içerdiği için Er:YAG lazer deriye uygulandığında enerjinin büyük kısmı yüzeysel dokularda tutulmaktadır. Bu durum, deri yüzeyinde kuvvetli bir ablasyona neden olmakta ancak çevre ve derin dokularda ısınma ve kollajen hasarı daha zayıf olmaktadır. Son yıllarda yeni Er:YAG lazer sistemleri geliştirilmiştir. Bu yeni sistemler, iyi klinik etkileri, gelişmiş doku kanama kontrolü ve kontrollü çevre doku ısı hasar derinlikleri sağlamaları nedeniyle CO2 lazere iyi bir alternatif olmuştur. Erbium lazerin her J/cm² uygulamasında deride 1-3 mikron derine inmekte ancak ısı hasarı yalnızca 10-40 mikron kadardır.
Karbondioksit lazerin üstünlüğünü belirleyen ana faktör dalga boyudur. Diğer lazerlerin dalga boyları daha kısa ve etkinlikleri derinin yüzeyinde kalacak şekilde sınırlıdır ve iyi bir sonuç için tekrarlayan seanslar gerektirmektedir. CO2 lazer ise 10.650 nm dalga boyundadır ve cildin orta tabakasına – dermise ulaşmakta, sonuçları daha etkindir. CO2 lazerlerde deride uygulamanın etkilediği derinlik, kimyasal peeling veya dermabrazyonda olduğu gibi göz kararı veya tecrübeye dayalı olarak saptanmaz; lazer ile istenilen derinlik kesin olarak bilinir. CO2 ve Erbium ablatif lazerler aynı alanda birlikte kullanılabilmektedir.
Diğer geliştirilen lazer sistemi Er:Yttrium Scandium Gallium Garnet (YSGG) Lazer'dir. Kısaltılmış haliyle Er:YSGG Lazer 2790 nm dalga boyundadır ve bu dalga boyundaki lazer dokulara uygulandığında su tarafından emilmekte ve ısı ortaya çıkmaktadır. Özellikle derinin en üst tabakası olan epidermiste ablazyon istendiğinde iyi bir seçenektir.
Yani kullanılan ablatif uygulama plazma lazerdir. Nitrojen gazından yüksek enerjide RF geçirilerek elde edilmektedir. Ortaya çıkan nitrojen plazması deriye uygulanmaktadır. Çok yeni bir lazer sistemi olduğu için klinik sonuçların takibi gerekmektedir.
Ablatif lazer ile cilt yenileme tekniği için ideal hasta
- Ablatif lazerler ile cilt yenileme ve gençleştirme uygulamaları doğru klinik değerlendirme yapılmış sağlıklı her yaş gurubuna uygulanabilir.
- Açık renk cilt tipine sahip hastalar daha ideal gurup olarak kabul edilmektedir.
- Tedavi sonuçları ile ilgili kabul edilebilir gerçekçi beklentileri olan kişiler
- Gebelikte ve emzirme döneminde lazer kesinlikte uygulanmamalıdır.
- Hafif ve orta şiddette kırışıklık ve yaşlanma şikayetleri olan hastalar bu tedavilere iyi yanıt vermektedir.
- Yapısal olarak keloidi, kötü ve uzamış yara iyileşme öyküsü olan hastalarda dikkatli olunmalıdır.
- Uygulama öncesinde koruyucu amaçlı hastalara antiviral, antimikrobiyal ve antifungal tedaviler başlanabilir. Bu tedaviler konusunda hasta değerlendirilmeli ve hastalara bilgi verilmelidir.
- Lazer sonrası iyileşme sürecinin daha iyi kontrolü için lazerden önce uygulama alanına retinoidler, özellikle tretinoinler, kullanılabilmektedir.
- Uygulama lokal anestezi, bölgesel anestezi ya da uygun hastalarda genel anestezi altında yapılmaktadır. Bu nedenle hastanın anestezi ve anesteziklere karşı bir probleminin olmaması gerekmektedir.
- Lazer uygulaması sonrası uygulama alanında birkaç ay süren kızarıklık-eritem kalabilmektedir. Bu hastaya önceden bilgi olarak verilmelidir.
- Hastanın ablatif lazerler sonrası güneşten korunması istenmektedir.
- Yaşlanma ile ve güneş hasarı ile gelişen aktinik keratoz, başlangıç evresi skuamöz hücreli deri karsinomu, lekeler-lentijinler ve seboreik keratozlar, bu lazerlerle ablazyon yapılarak temizlenmesiyle tedavi edilebilmektedir. Klinik ve estetik sonuçları oldukça yüksektir.
- Ablatif lazerler sonrasında deri yenilenmesi, deride kıl ve yağ hücreleri gibi deri eklerinde başlamaktadır. Bu nedenle hastanın deri ekleri konusunda problemleri olmamalıdır. Örneğin, skleroderma ve radyoterapi görmüş hastalarda tercih edilmemelidir.
- Akne tedavisinde kullanılan isotretinoin gibi ilaçların kullanımı üzerinden 1 yıl geçmesi istenmektedir.
- Uygulama öncesi hastaların iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Uygulama alanında istenmeyen yara izi, lekeler, uzamış iyileşme süreci ve yetersiz klinik cevap nedeniyle uygun hasta seçimi işlemin uygulama öncesi en önemli basamağıdır. Hangi lazerin seçileceği ve hangi parametrelerin uygulanacağının kararı bu basamakta verilmektedir.
- Lazer, uygulanacak lazer türü, uygulama şekli, lazerin istenmeyen yan etkileri, lazer sonrası bakım ve burada karşılaşılabilecek problemler hastaya iyice anlatılmalı ve hasta bilgilendirilmelidir.
-
Yüze uygulanmış bir estetik operasyondan 3-6 ay sonra lazer uygulanabilir. Kişisel veya ailesel vitiligo ve psoriasis hikayesi olan hastalarda dikkatli olunmalıdır.
Ablatif lazerlerin kullanım alanları
Ablatif lazerler, yüz, boyun, dekolte, gövde ve el üstlerine, aslında istenen tüm vücut bölgelerine uygulanabilmektedir.
- Lazer ile cilt yenileme tekniği, cilt gençleştirmede; düzensiz renk değişiklikleri ve kırışıklıklarla seyreden fotoyaşlanmış cildin yenilenmesidir. Daha önce kullanılan yöntemlerden farkı, dokuda ısı hasarının kontrol edilebilmesi ve ablasyon derinliğinin hassas bir şekilde ayarlanabilmesidir.
- Akne ve çiçek sonrası gelişebilen izlerde
- Ameliyat, yanık veya kaza sonrası gelişen cilt izlerinde
- Dudaklarda güneş hasarı ile gelişen aktinik keratozda
- Melanoma olmayan deri tümörleri ve kanserlerinin gelişimine karşı koruyucu amaçla kullanılabilmektedir.
- Aktinik keratozlar, seboreik keratozlar, epidermal kökenli benler başta olmak tüm bening cilt tümörlerinde
- Hailey-Hailey hastalığı ve Darier hastalığının deri bulgularında,
- Siringoma, trikoepitelyoma, milier osteoma, dermatosis papulosa nigra gibi cildin tümöral yapılarındada
- Ciltte yaşlanma ya da güneş kökenli gelişen leklerde
- Rinofima gibi rozasea estetik problemlerinde,
- Ksantelasma, adenoma sebaseum ve sebase hiperplazi gibi değişik ufak iyi huylu tümöral oluşumlarda da kullanılabilmektedir.
Ablatif lazerler sonrası
Ablatif lazer uygulaması ile ciltte kontrollü derinlikte bir yanık gelişmektedir. Sonrasında klasik yanık cilt iyileşme süreci başlamaktadır.
Tüm deri alanı buharlaştırıldığı için açık yara oluşmaktadır. Lazer sonrası maksimum sonuç için bu alanda yara bakımı son derece önemlidir. Uygulama sonrası yaradan hafif kanama ve doku akıntıları olmaktadır. Yara bakımında birinci öncelik kabuk gelişmesinin engellenmesidir. Bu amaçla 1-3 gün kapalı pansumanlar ya da açık pansuman tercih edilebilir. Kapalı pansumanda yara örtülerinin alınmasından sonra, gün içinde sık sık soğuk ıslak pansumanlar ve arkasından vazelin benzeri saf besleyici kremler uygulanmaktadır. Bu uygulama, kabuklanmayı engellediği gibi lazer sonrası ağrıyı da azaltmaktadır. Son yıllarda kremler dışında biyolojik olarak uyumlu yara örtüleri kullanılabilmektedir. Bu kapalı uygulamaların 3 günü geçmesi istenmemektedir. Uzun süreli kapalı pansumanlar enfeksiyonlara neden olabilir. Oluşan açık yaranın iyileşmesi için 6-10 gün kadar düzenli pansuman uygulanmalıdır. Bu süre sonrasında deri iyileşmektedir. İyileşme sonrası ise hedef alanda uzun süreli (3-4 ay) kızarıklık meydana gelmektedir.
Ablatif lazerler sonrası istenmeyen yan etkiler
Bu lazerlerin kullanımı sonrası erken ve geç süreli yan etkiler görülebilmektedir(daha detaylı bilgi için...). 1-3 ay sürebilen geçici cilt hassasiyeti, ciltte hafif soyulmalar ve kızarıklık beklenen reaksiyonlardır. En sık görülen ve erken gözlenen yan etkiler sivilce benzeri döküntüler ve milia gelişimidir. Uygulama alanında uçuk atakları gelişebilir. Uygulama sonrası enfeksiyonlar gelişebilir. Geç ortaya çıkan yan etkiler hiperpigmentasyon ve hipopigmentasyon, yani uygulama alanında deri renginin koyulaşması ve açılmasıdır. Kötü yara iyileşmesine bağlı skar gelişebilir. Uygulama yerinin tam sınırında lazer uygulama alanı ile normal deri arasında fark ortaya çıkmaktadır. Bu sınıra demarkasyon hattı denir.
Fraksiyonel ablatif lazerler
2004 yılında ablatif lazer uygulamalarında fraksiyonel tanımlaması kullanılmaya başlanmıştır. Böylece eski ablatif lazer uygulamları "klasik ablatif lazer uygulamaları" olarak tanımlanmaya başlandı. Fraksiyoel tanımlama ablatif lazerin uygulama alanında belli bölümlere ablazyon yani doku hasarı yapacak şekilde uygulanması ara alanların sağlam kalması anlamına gelmektedir. eski Burada amaç (hedeflenen klinik sonuca ulaşacak şekilde) ablaziv lazerlerde gözlenen uzun iyileşme süresinin kısaltılması ve yan etkilerin azaltılmasıdır. Ablatif lazerlerin son yıllarda fraksiyonel modunun kullanılmaya başlaması bu uygulamları daha üst noktalara taşımıştır. Hasta iyileşme süresinin klasik moda göre çok kısalması, hasta konforunun yüksek olması ve güvenli kullanımı cilt yenileme ve gençleştirmede fraksyonel ablatif lazerleri artık vazgeçilmez kılmıştır. Cilt sıkılaştırma, yenileme ve gençleştirmede günümüzde kullanılabilecek altın standartlar haline gelmişlerdir.
Ablatif olmayan, nonablatif lazerler
Bu lazer ve ışık sistemleri cildin yüzeyinde ısıs hasarı, ablazyon yapmadan dermiste ısı artışı ile çalışmaktadır. Bu sistemlerde derinin en üst tabakası olan epidermis korunmakta dermiste yüksek ısı sağlanarak derinin yeniden yapılandırılması sağlanmaktadır. Bu nedenle ablaziv lazerlere göre iyleşme süresi daha kısa ve yan etkiler minimaldir. Ablatif olmayan lazerler son on yılda çok çeşitli estetik endikasyonlar için tercih edilen bir tedavi haline gelmiştir. Bununla birlikte, daha koyu cilt tiplerinde kullanımlarıyla ilgili güvenlik endişeleri halen devam etmektedir. Bu lazerler, ablatif lazerlerden daha az yıkıcıdır ve dermiste kolajen üretimini uyararak cildi sıkılaştırı; epidermis korunmaktadır. Nonablatif lazxer ile dermiste yaratılan ısı, mevcut kolajeni parçalar ve ardından doku iyileşme sürecinde yeni kolejn yapılmaktadır. Nonablatif olmaları nedeni iyileşöe süreleri oldukça kısa ve iyileşme süreçleri daha güvenlidir. Ablatif olmayan lazerlerin etkinliği ablatif olanlardan daha azdır ve orta düzeyde fotoyaşlanma sorunu olan hastalarda tercih edilmektedir. .
Nonablatif lazer olarak sıklıkla; ILP 500-1299 nm, yüksek doz PDL 585-595 nm, düşük doz PDL 589-598 nm, PPTP(darbeli potasyum titanyum fosfat) 532 nm, Nd:YAG1032 ve 1064 nm, diyot lazerler 1450 nm
Nd: YAG lazerin üstünlüğünü belirleyen ana faktör yine dalga boyudur. Nd YAG lazer 1060 nm dalga boyundadır. Bu dalga boyu ile derinin daha derin katmanlarına epidermisi koruyacak şekilde(epidermiste hasar ve soyulma yapmadığı için nonablatif olarak tanımlanmaktadır) ulaşmaktadır. Dermiste yeniden yapılanmayı yani cildin gençleşmesini sağlamaktadır. Cilt gençleştirme, yenileme ve cilt germede her cilt tipinde ve yüz dahil vücudun istenen bölgesine uygulanabilecek kadar son derece güvenli yöntemdir.
Ablatif olmayan fotobiyomodülasyon(PBM) ışık sistemleri
PBM ışık sistemleri ciltte biyolojik süreçleri etkinleştirmek için kullanılır ve esas olarak kırmızı ve kırmızıya yakın ışık spektrumlarına sahiptir. PBM kaynağı olarak LED'ler, geniş bantlı ışık sistemleri yada düşük güç kaynakları olan lazerler kullanılmaktadır. Bunlar ciltte ısı reaksiyon ve hasarları yapmadan fotokimyasal ve fotofiziksel özellikleri ile etki göstermektedir. Özellikle kızılötesi foton enerjileri ciltte fibroblaslar tarafından yeni kolajen ürertimini uyarmaktadır. Bu nedenle PBM sistemleri cilt gençleştirmede kullanılmaktadır.
Düşük enerjili lazerler
Cilt yaşlanmasının moleküler temelini açıklamak için hücresel teori, hücresel DNA onarım kapasitesinde azalma ve telomer kaybı, ekstranükleer mitokondriyal DNA'nın nokta mutasyonları, oksidatif stres, kromozomal anormalliklerin sıklığının artması, tek gen mutasyonları, şeker azalması ve kronik inflamasyon dahil olmak üzere çeşitli faktörler önerilmiştir. Cildin yaşlanma sürecinin çoğunluğunun dışsal faktörlerden kaynaklandığı ve yaşlanma faktörlerinin sadece %3'ünün içsel bir arka plana sahip olduğu düşünülmektedir. Araştırmalar, düşük güçlü lazer tedavisinin ciltte mitokondri ve sitokrom C tarafından emilebildiğini göstermiştir. Sitokrom C oksidaz, daha fazla elektron transferine ve sonrasında daha fazla ATP üretimine yol açmaktadır. Bunun sonucunda hücrelerde daha fazla oksidatif aktivite meydana gelir. Hücrelerin daha fazla aktivasyonu, daha fazla ROS üretimine neden olur. ROS'un hem içsel yaşlanmanın hem de fotoyaşlanmanın ciltte dermal hücre dışı matris değişimlerinde gerekli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Düşük güçlü lazerler, hücre çoğalması ve yeniden şekillenmesi, DNA onarımı, iyon kanalları ve membran potansiyelleri üzerinde olumlu etki gösterebildiğinden, kırışıklıklar, yara izleri ve yanıklar gibi cilt rahatsızlıklarının tedavisinde faydalıdır.