- Gösterim: 7971
Doğadaki tüm canlılarda görülen renk çeşitliliğini, insanlarda da görmekteyiz. Deri, saç ve göz renklerimizdeki çeşitlilik, kuşkusuz evrimsel sürecimizin bir sonucudur. Derimizin rengi; etnik kökene, ırklara, coğrafi iklim kuşaklarına, hatta aynı kişide vücudun farklı bölgelerine göre beyazdan siyaha ve ara tonlarına kadar değişmektedir.
Derinin renkli görünümü, görünür ışığın farklı dalga boylarında emilmesine ve yansımasına bağlıdır. Deri renginin görünümünde, ışığın emilmesini sağlayan maddelere kromofor denir.
Deri Rengini Etkileyen Faktörler
Deri rengini etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bunların başlıcaları şunlardır:
-
Derinin melanin içeriği
-
Derinin hemoglobin ve hemosiderin içeriği
-
Derinin karotenoid içeriği
-
Derinin kalınlığı
-
Derinin ışığı kırma ve absorbe etme yeteneği
-
Derinin kan damarlarının yoğunluğu
Bunlar içerisinde deri rengini asıl belirleyen hemoglobin ve melanindir.
Hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinde (eritrositlerde) bulunur ve kanda oksijeni dokulara taşır. Hemoglobin, kırmızı renkli kromoforlardır. Hemoglobinin oksijenle bağlı olduğu duruma “oksihemoglobin”, aksi durumuna ise “deoksihemoglobin” denir. Genellikle damar içinde, hemoglobinin yaklaşık %47'si oksihemoglobin olarak bulunur. Oksihemoglobin, deoksihemoglobine göre deriye daha açık bir kırmızı renk verir.
Bunlar içerisinde en önemlisi kuşkusuz melanin pigmentidir. Bu bölümde, derinin melanin pigmenti ele alınacaktır.
Derinin pigmentasyonu ve melanin konusuna geçmeden önce, basitçe derinin yapısını hatırlayalım. Deri, epidermis, dermis ve deri altı olmak üzere üç tabakadan oluşmaktadır.
İnsanda, derinin melanin içeriğine göre iki ana deri renginden bahsedilebilir:
-
Yapısal deri rengi: Dış etkenlere bağlı olmaksızın, genetik olarak belirlenmiş deri rengidir. Bu, doğduğumuzda sahip olduğumuz deri rengidir ve dış etkenlere hiç maruz kalmayan bölgelerde (iç çamaşırı, mayo, bikini altında kalan alanlar gibi) korunmaktadır.
-
Birikimle gelişen deri rengi: Yapısal deri rengine dış etkenlerin eklenmesiyle zamanla oluşan deri rengidir. Dış etkenlerle artması veya azalarak yapısal deri rengi düzeyine inmesi mümkündür. Birikimle gelişen deri rengini oluşturan başlıca etken ultraviyole (UV) ışınlarıdır.
Melanin, derinin yapısal pigmentasyonunu şu özellikleriyle belirler:
-
Dokuların embriyonel oluşum sürecinde melanoblastların deriye olan göçü
-
Melanositlerin oluşumu ve farklılaşması
-
Melanositlerin derideki yoğunluğu
-
Melaninin enzimatik yapımı ve salınımı
-
Melanin içindeki feomelanin / ömelanin oranı
-
Melanozomların dendritik aktivitesi ve keratinositlere transferi
Örneğin, koyu tenlilerde melanositlerde üretilen melanin daha büyüktür ve keratinositlere tek tek transfer edilir (açık tenlilerde ise bu transfer kümeler halinde gerçekleşir). Ayrıca, koyu tenlilerde ömelanin içeriği daha fazladır.
Deride melanin, melanosit hücreleri tarafından üretilir. Melanositler, epidermis-dermis sınırında, bazal lamina üzerinde ve epidermisin bazal tabaka hücreleri arasında yer alır. Melanositler, epidermisteki Langerhans hücreleri gibi, ahtapotun kolları şeklinde uzantılara sahiptir ve bu uzantılar dendrit olarak tanımlanır.
Bazal tabakada her 4-10 keratinosite bir melanosit düşer. Bu oran, vücudun farklı bölgelerinde değişir. Örneğin, bu oran yanakta 1:4 iken, kollarda 1:10'dur. En yoğun olarak yüzün orta bölgesinde, en seyrek olarak da tırnak yatağının uç kısmında bulunur.
Deride melanositlerin ortalama yoğunluğu 1000/mm²'dir. Derideki melanositlerin tümü aktif değildir. Güneş gören yerlerde, diğer yerlere göre iki kat daha fazla aktif melanosit bulunur.
Epidermiste melanosit ve keratinositlerin oluşturduğu kompleks yapıya "epidermal melanin ünitesi" denir. Bu ünite, bir melanosit ile onunla ilişki içinde olan belirli sayıda (yaklaşık 36 adet) keratinositten oluşur. Epidermal melanin ünitesi, derinin pigmentasyonunu sağlar ve düzenler. Bu kompleks yapı, dermisteki fibroblastlarla ilişkili olarak; güneş gibi çevresel faktörlere, hormonlar gibi içsel faktörlere ya da derinin kendi otokontrolünde rol alan kimyasallara karşı hızlı tepki verir.
Melanositler, melanoblastlardan köken alır. Embriyolojik gelişme esnasında, melanoblastlar, nöral tüpün sırt kısmında bulunan nöral yarıktan, mezenkim yoluyla deriye göç ederek epidermise gelirler ve melanosit haline geçerler. (Nöral yarıktan sadece melanoblastlar değil, aynı zamanda nöronlar, glial hücreler, böbrek üstü bezin medullası, kalp hücreleri ve baş-yüz hücreleri de kaynaklanmaktadır.)
Melanoblastların bir kısmı, kıl foliküllerinin gelişmesi esnasında dermis içine sürüklenir. Kıl foliküllerinde iki farklı melanosit grubu bulunmaktadır: melanosit kök hücreleri ve bunlardan farklılaşan melanositler. Melanositler, kıl ve saç renginden ve saçların grileşmesinden sorumludur.
Epidermal ve kıl foliküllerindeki melanositler yapı ve fonksiyonel olarak benzerdir. Bununla birlikte, her ikisinin de farklı özellikleri bulunmaktadır. Yaşam süreleri, çevre hücreler ile ilişkileri ve UV başta olmak üzere çevresel koşullara verdikleri cevaplar farklıdır.
Aşağıdaki resimde, embriyoda mavi ile boyalı alanlar melanoblastları göstermektedir.
Melanoblastlar, embriyonel gelişim sırasında ikinci ayda nöral krestte görülmeye başlar. Daha sonra bunlar, nöral krestten derideki dermis ve epidermise, kıl foliküllerine, gözdeki irise, uveaya, iç kulaktaki vestibüler ve endolenfatik yapıya ve stria vaskülarisine, ve beyindeki leptomeninkslere göç eder.
Melanoblastların deriye olan göçleri, gebeliğin 10-12. haftasında dermise olur ve iki hafta sonra epidermise göç gerçekleşir. Melanoblastların melanositlere olan dönüşümü ise altıncı ayda başlar. Epidermiste melanositlerin çoğalması, doğumdan önceki 50. günde gözlenir.
Doğumla birlikte, dermisteki melanositlerin sayısı azalır ve doğumdan sonra kaybolur. Melanositlerde pigment, yani melanin, yapımı en erken gebeliğin dördüncü ayında görülür.
Doğumdan önce, kıl foliküllerindeki ve epidermisteki melanositler dışındaki melanositlerde melanin yapımı durur. Deride melanosit sayısı, 30 yaşından sonra her yıl ortalama %1-2 azalır. Epidermal melanositlerde, bu azalmaya karşılık olarak, aktivite artışı olur. Foliküler melanositlerin ise hem sayılarında hem de aktivitelerinde azalma söz konusudur. (Gözde retina ve leptomeninkslerde melanositlerin sayısı sabit kalmaktadır.)
Aslında, diğer organlarda bulunan melaninlerin de çeşitli görevleri bulunmaktadır. Örneğin, nöromelanin, sinirlerde bulunan melanindir. Bu melanin, aktif metaller ve toksik metalleri (krom, cıva gibi) bağlayarak sinir dokusundan uzaklaştırır ve böylece sinir dokusunu korur.
Melanositlerde pigment, yani melanin yapımı, melanozom adı verilen hücre içi organellerinde gerçekleşir ve bu sürece melanogenezis denir. Melanin yapımında kullanılan yapısal proteinler, melanosit hücre içerisinde endoplazmik retikulum tarafından üretilir ve sonrasında Golgi cisimciğinde, melanogeneziste rol oynayan düzenleyici enzimler olan glikoproteinlerle birlikte, vezikül olarak tanımladığımız küçük yapılar içerisinde hücre içine taşınır.
Melanozomlar, melanositler içerisinde dört evrede oluşur:
-
Evre I: Melanosit içerisinde amorf yapıda fibriller bulunur ve melanozomlar yuvarlak görünümdedir. Bu evrede tirozinaz (TYR) aktivitesi olmadığı için henüz melanin pigmenti yoktur.
-
Evre II: Melanozomlarda ağımsı bir yapı gelişir, TYR aktivitesi başlar ve minimal de olsa melanin depolandığı görülür.
-
Evre III: Melanin yapımı, melanozomda olgunlaşan fibriller arasında başlar.
-
Evre IV: Pigment üretimi devam eder ve tamamlanır.
Evre III ve IV'te melanozomlar yuvarlaktan ziyade eliptik şekildedir. Koyu tenlilerde, 0.5-0.8 µm çapında, büyük ve eliptik, içleri melaninle dolu (çoğunlukla Evre IV'te) melanozom yapıları bulunurken, açık tenlilerde 0.3-0.5 µm çapında, daha küçük ve yuvarlak, daha az ömelanin içeren (Evre II ve III) melanozomlar bulunur.
Melanositlerde başlıca iki melanin türü üretilir ve melanozomlar içerisinde ömelanin, feomelanin ya da her ikisi birden bulunabilir.
-
Ömelanin, elips şeklindeki melanozomlarda üretilir ve siyah-kahverengi saç ve deri renginden sorumludur.
-
Feomelanin, küre şeklindeki melanozomlarda üretilir ve sarı-kırmızı saç ve deri renginden sorumludur.
Bu iki melanin tipi, her insanda farklı oranlarda ya da bir arada bulunabilir. Feomelanin, ömelanine göre UV ışınımıyla daha kolay yıkılır. Bu durum, feomelanin içeren deride oksidatif streslerin daha kolay DNA hasarı yapması anlamına gelir.
Melanozomlarda üretilen hem feomelanin hem de ömelanin, tirozinden tirozinaz enzimi aracılığıyla melanositlerde dengeli bir şekilde üretilir.
Tirozinaz enzimi, melanogeneziste hız sınırlayıcı en önemli enzimdir. Bu üretim sürecindeki ilk basamak, L-tirozin'in DOPA'ya hidroksilasyonudur. DOPA'nın oksidasyonu ile DOPA kinon oluşur.
Eğer sistein ve glütatyon mevcutsa, bunlar DOPA kinon ile birleşerek feomelanin öncülleri olan sisteinil-DOPA ve benzotiyazinleri oluşturur.
DOPA kinon, DOPA krom tautomeraz (DCT) enzimi aracılığıyla DOPA krom'a dönüştürülür. DOPA krom, TRP-1 ve TRP-2'nin etkisiyle 5,6-dihidroksiindol-2-karboksilik aside (DHICA) dönüştürülür. DHICA'nın oksidasyonu ile DHICA-melanin üniteleri oluşur. DHICA'nın oksidasyonu ile ömelanin üretilir ve bu süreçte TYRP-1 bir katalizör olarak rol oynar.
Tekrar belirtmek gerekirse, tirozinaz enzimi melanogenezisin hem ilk basamağında kritik rol oynar hem de sürecin hız sınırlamasını sağlayan en önemli enzimdir. Bunun yanı sıra, sonraki basamaklarda rol alan tirozinaza bağlı protein 1 (TYRP-1), melanozomlar içerisinde tirozinaz trafiğini düzenler. DOPA krom tautomeraz (DCT) ise melanozomlar içerisinde detoksifikasyonu sağlar.
Tüm bu karmaşık sisteme rağmen, asıl önemli olan, bu muhteşem dengedeki enzimatik sistemlerdeki kusurların hastalıklara yol açmasıdır. Örneğin, tirozinaz enziminin fonksiyon bozukluğu veya yokluğu (sadece bu enzim değil, P geni (insanlardaki fare pembe göz geni), TRP1 ve MATP gibi genlerdeki kusurlar da) Okülokutanöz Albinizm'e neden olmaktadır. Bu hastalıkta, etkilenen bölgelerde melanositler bulunmasına rağmen pigment üretemezler.
Melanozom Transferindeki Defektler
Melanositlerde melanozomların üretimi ve olgunlaşmasının yanı sıra, üretilen melanozomların keratinositlere transferi de pigmentasyon için kritik öneme sahiptir. Melanositler, melanozomları dendritik uzantıları aracılığıyla keratinositlere iletir. Melanozomlar, bu uzantıların içinde mikrotübüller, aktin filamentleri ve miyozin ile taşınır. Daha sonra, keratinositler melanozom içeren dendritik uçları aktif fagositozla kendi sitoplazmalarının içine alırlar. Derinin pigmentasyonu, ancak keratinositler içinde melanize olmuş melanozomlar bulunduğunda mümkün olur.
Keratinositlere melanozom transferinde proteazla aktive olan reseptör 2 (PAR2) rol oynar. Bu reseptörün aktivitesindeki artış, deride pigmentasyon artışına neden olmaktadır. Melanozomların transferindeki defektler ise, deride pigmentasyonun azalmasına veya yokluğuna neden olmaktadır (Hermansky-Pudlak Sendromu ve Chédiak-Higashi Sendromu gibi hastalıklara yol açmaktadır).
Melanozomlar, keratinositler içerisinde enzimatik yıkıma uğrar. Bu yolla elimine olmayan bir kısım melanozom ise keratinizasyon sonucu korneositlerle birlikte stratum korneumdan atılır.
Melaninin esas görevi, UV'yi absorbe ederek deriyi zararlı etkilerinden korumaktır. Melanin ayrıca, çeşitli inflamatuar olaylar sonucu ortaya çıkan toksik ürünlerin biyokimyasal nötralizasyonunda da rol oynar. Melanozomlar, nükleusların dışa bakan yüzlerini bir perde gibi örterek, aslında çekirdeği ışınların zararlı etkilerinden korur.
Deri Fototipi ve Kanser Riski
Derinin melanin, yani pigment üretimi, derinin fototipini belirler. Deri fototipi, deri rengine ve güneşte bronzlaşma yeteneğine göre 1 ila 6 arasında değişen cilt tiplerini tanımlar. Bu fototipler, deri kanseri riskinin belirlenmesinde ve güneşten koruyucuların seçiminde kullanılır.
-
Cilt Tipi 1 ve 2: Bu tiplerdeki kişiler bronzlaşamaz; açık tenli, mavi gözlü, kızıl ve sarı saçlıdırlar. Güneşte kolayca yanıklar oluşur.
-
Cilt Tipi 3: Bu tipler bronzlaşır ve güneş yanıkları nadiren görülür.
-
Cilt Tipi 4 ila 6: Bu tipler iyi ve hızlı bronzlaşır, güneş yanığı çok nadiren görülür.
Cilt fototipleri, deride kanser gelişme riskini de gösterir. Örneğin, cilt tipi 1 ve 2 olanlarda melanoma ve melanoma dışı cilt kanserleri daha kolay gelişir. Yani, güneşte kolayca pigmentasyon (bronzlaşma) yeteneği, cilt kanseri riskini azaltır. Açık tenlilerde, güneş kaynaklı hücre DNA hasarı kolayca gelişir. Kseroderma pigmentozum hastalığında kolayca cilt kanseri gelişmesi, buna en iyi örnektir.
Deri Renginin Genetik Temeli
İnsanlarda deri, kıl, saç ve göz rengi genlerin kontrolü altındadır. Genlerle ilgili çalışmalarda, bunu sağlayan 150'den fazla gen bölgesi (lokusu) saptanmıştır. Bunlardan yaklaşık 25 kadarı, melanozomların fonksiyon ve yapımını etkiler.
Bunların en önemlisi MC1R gen lokusudur. ASIP geni, MC1R geninin antagonisti, yani fonksiyonel etkisinin tersini sağlar. İnsanlarda MC1R geni, kızıl saç oluşumundan sorumludur. Bu gene sahip kişilerde deri rengi açık, asla bronzlaşmayan ve ciltte çiller görülür. Bu genetik değişimin, Afrika'daki siyah derili insanların kuzey coğrafi bölgelere göçü sırasında D vitamini sentezi için gerekli olduğu düşünülmektedir.
Derimizin genel rengi, içsel ve dışsal faktörlerin kontrolü altındadır.
Derinin Rengini Etkileyen İçsel Faktörler
-
Dermisteki fibroblastlar ile epidermisteki keratinosit ve melanositlerin oluşturduğu kompleks yapılar
-
Vücuttaki farklı anatomik alanlarda pigment dağılımının farklılığı
-
Etnik ve genetik faktörler
-
Yaş
-
Dolaşımdaki endokrin faktörler (hormonlar)
-
Derideki sinirsel uyarılar ve nöroendokrin faktörler
-
Derideki inflamasyonu etkileyen faktörler
Derinin Rengini Etkileyen Dışsal Faktörler
-
Güneş ve yapay ışık kaynaklı UV ışınları
-
Hava kirliliği
-
Kimyasallar
-
İlaçlar
UV'nin Neden Olduğu Deri Pigmentasyonu
En basit örneği bronzlaşmadır. Bronzlaşma, aslında düşük dozlarda bile UV'nin hücrelerde neden olduğu DNA hasarını azaltmayı amaçlayan, derinin çevresel koşullara bir adaptasyonudur.
Derideki stratum korneumdaki keratin ve proteinler, UV'yi emerek ya da yansıtarak önemli bir koruyucu bariyer oluşturur. Bu nedenle, melanin kadar stratum korneumun kalınlığı da son derece önemlidir.
Deri, güneşle ilk temasında keratinositlerde çoğalma gözlenir. Bu çoğalma, 2 gün içerisinde maksimum seviyeye ulaşır ve 1 hafta sonra normale döner. Derinin eski kalınlığına dönmesi 1-2 ay sürebilir.
Erken ve Geç Pigmentasyon (Bronzlaşma)
Güneşe maruz kalındığında, birkaç dakika içerisinde deride erken pigmentasyon oluşur. Pigmentasyon artışı 1-2 saat içerisinde maksimuma ulaşır ve 3-24 saat içerisinde kaybolur. Bu durum, güneşte bulunan UVA'ya bağlı olarak gelişir ve derideki keratinositlerde zaten var olan melaninin fotooksidasyonundan ve melanositlerdeki melaninin keratinositlere erken transferinden kaynaklanır.
Güneşe daha uzun süre maruz kalındığında ise 2-3 gün içerisinde kalıcı bronzlaşma, yani deride melanin artışı ortaya çıkar. Bu geç gelişen pigmentasyon ise UVB başta olmak üzere UVA ve kızılötesi ışınlara (infra-red) bağlıdır. Melanositlerde yeni melanin üretilir ve 2-3 günde keratinositlere transferi gerçekleşir. Bu süreç 3. haftada maksimuma ulaşır ve normale dönmesi 8-10 ay sürebilir. Bu bronzlaşma, deride var olan pigment miktarına ve cilt tipine bağlıdır.
Güneşe maruz kalındığında melanositlerde MSH'ın öncü yapısı olan proopiomelanokortin (POMC), bunun hücre yüzeyindeki reseptörü olan melanokortin 1 reseptörü (MC1R), tirozin, tirozinaz ile ilişkili protein 1 (TYRP1) ve protein kinaz C (PKC) artar. Ayrıca, UV ışınları keratinositlerde de endotelin-1 (ET-1) ve POMC üretimini artırır. Bunlar da melanositlerde melanogenezise neden olur.
Melaninin Koruyucu Etkisi ve Genetik Faktörler
Melaninin, deride UV'nin neden olduğu kızarıklığa (eriteme) karşı koruyucu etkisi, en koyu tenli kişilerde en açık tenli kişilere göre 10-15 kat daha azdır. Ancak, melaninin bu küçük gibi görünen etkisi, cilt kanserine karşı ise koyu tenlilerde 1000 kata kadar daha koruyucu olabilmektedir. Bu nedenle, deride açık renge neden olan MC1R genindeki çeşitlilik, melanoma ve melanoma dışı cilt kanseri riskini artırır. Diğer yandan, melanozomlardaki feomelanin içeriğinin fazlalığı da melanoma ve melanoma dışı cilt kanseri riskini artırmaktadır.
Derinin Pigmentasyonunda Hormonların Kontrolü
Deri pigmentasyonu üzerindeki hormonal etki, fizyolojik ya da patolojik endokrin değişikliklerde görülebilir.
-
Fizyolojik süreçler: Gebeliklerde (östrojen ve melanokortin artar) vücudun belli alanlarında pigmentasyonun artması (genital bölge ve meme çevresinde deride koyulaşma), ergenlik döneminde genital alanda pigmentasyonun artması ve gebelikte yüzde melazma gelişimi gibi fizyolojik süreçlerdir. Gebeliğin son 3 ayında östrojen, progesteron ve MSH artar, bu da gebelikte yüzde renk koyulaşmasına neden olan melazma gelişimini açıklamaktadır. Melazmada, melanosit sayısı normaldir ancak melanositlerdeki dendritler ve melanozomlar fazladır ve içlerinde ömelanin bulunur.
-
Patolojik süreçler: Addison hastalığında, böbrek üstü bezinden aşırı salınan ACTH, melanositler üzerinde melanokortin gibi davranır ve bu da deride pigmentasyon artışına neden olur. α-MSH, insan derisinde pigmentasyon artışına neden olur ve böbrek bezi yetersiz çalıştığında (Addison hastalığı gibi) hipofizden daha fazla α-MSH salgılanır. Hipofizde pro-opiomelanokortinden (POMC) α-MSH, ACTH ve β-endorfin üretilir. POMC sadece hipofizden değil, deri ve kıl foliküllerinde de üretilir. Bu POMC'den derideki keratinosit ve melanositlerden α-MSH üretilir. POMC'deki mutasyonlar, saçta kızıl renge ve deride açık tene neden olur.
Derinin Pigmentasyonunda Otoregülasyon
Deride fibroblast-keratinosit-melanosit kompleks yapısı, bazı kimyasallarla deri pigmentasyonunu kontrol eder.
-
Epitelial-mezenşimal ilişki (EMI): Derideki epidermis ve dermisin mezenşimal hücreleri olan fibroblastlar arasındaki ilişki önemlidir. Bu ilişki, homeobox (HOX) olarak adlandırılan bir dizi ara madde tarafından düzenlenir. HOX içerisinde fibroblast büyüme faktörleri, Sonic Hedgehog, Wnt/β-catenin/Lef1 ve kemik morfogenez proteinleri bulunur ve melanositlerin fonksiyonlarını düzenler.
-
Büyüme faktörleri ve sitokinler: Keratinositlerde ve fibroblastlarda bazı sitokinler, büyüme faktörleri ve inflamasyonda rol alan maddeler üretilir. Bunlar, melanositlerde melanogenezisi ve melaninin keratinositlere transferini artırır. Örneğin:
-
Temel fibroblast büyüme faktörü (bFGF, FGF-2)
-
Sinir büyüme faktörü (NGF)
-
Endotelinler
-
Granülosit-makrofaj koloni uyarıcı faktör (GM-CSF)
-
Lösemi baskılayıcı faktör
-
Hepatosit büyüme faktörü (HGF)
-
Nörotrofin-3 (NT-3)
-
Endorfin-Adrenalin
-
-
Inhibisyon: El ve ayaklarda fibroblastlar tarafından üretilen dickkopf 1 (DKK1)'in melanositlerin çoğalmasını ve melanogenezisi baskıladığı gösterilmiştir. DKK1, melanositlerin büyüme ve fonksiyonunu sağlayan Wnt/β-catenin'i inhibe ederek bu etkisini gösterir. Ayrıca DKK1, keratinositleri de baskılayarak melaninin dendritlerden emilimini azaltır.
Derinin Pigmentasyonunda İlaçların Etkisi
Bazı ilaçlar deride pigmentasyon artışına neden olabilir:
-
Antibiyotikler (sülfonamidler, tetrasiklinler)
-
Diüretikler
-
NSAİİ (ağrı kesiciler) ve bazı psikiyatri ilaçları
-
Doğum kontrol hapları (melazmaya benzer yüzde pigmentasyon artışı)
-
Antiepileptikler (hidantoin), klorokin (sıtma ilaçları), levodopa (Parkinson hastalığında kullanılır)
-
Ağır metaller (arsenik, bizmut, altın ve gümüş)
-
Kemoterapi ilaçları (siklofosfamid, 5-florourasil, doxorubicin, daunorubicin, belomycin)
Deri Pigmentasyonunda İnflamasyonun Etkisi
Deride inflamasyon sonrası gelişen hiperpigmentasyona postinflamatuar hiperpigmentasyon (PİH) denir ve daha çok koyu tenli kişilerde görülür. Melanosit sayısı normaldir ancak melanozom sayısı artmıştır. Deride gelişen basit bir inflamasyon sonrasında bile iyileşme döneminde pigmentasyon artışının yaşanması, derideki pigmentasyonun sadece hormonal kontrollerle gelişmediğini, derideki yerel faktörlerin de etkili olduğunu gösterir. Sitokinler ve eikozanoidler bu süreçte etkili olur. Bunlardan interlökin (IL)-1 ve 6, tümör nekroze eden faktör alfa (TNF-α), prostaglandin (PG) E2 ve PGE1, lökotrienlerden (LT) B4, LTC4 ve LTD4, tromboksanlardan TXB2 ve histamin, melanositler üzerinde melanogenezisi artırmaktadır.